Otto Dix (Otto Dix Kimdir? - Otto Dix Hakkında)
Otto Dix (1891- 1969)
Otto Dix, bir demiryolu işçisinin oğlu olarak 1891 yılında, Dresden yakınında dünyaya gelmiştir.
Bu cümle, biyografik nitelikli herhangi bir yazıda yer alması beklenen olağan bilgileri içermektedir. Ancak, bu basmakalıp cümle ve bu olağan bilgiler, tanıtılan kişi hakkında okuyucuya son derece önemli ipuçları sunar.
Örneğin; Otto Dix'in doğum tarihi ve yerinden yola çıkarak, onun hangi koşullar altında yetişmiş olduğunu tanımlayabiliriz. Fin de Siecle olarak adlandırılan 19.yüzyıl sonu ve 20.yüzyıl başları, Avrupa uygarlığının siyasi, ekonomik, kültürel, bilimsel ve teknolojik evriminin sonuçlarının netleşmeye başladığı bir dönemdi. Bu dönem, özellikle de kentlerde yaşanıyordu. Gökdelenler, sokak lambaları, tramvay, arabalar, sinema, vitrinlerinde sanayinin sunduğu yeni ürünler bulunan mağazalar ve şık bay ve bayanların dolaştığı kaldırımlarıyla Avrupa kenti, Avrupa uygarlığının yüzyıllar süren oluşum sürecinin zirvesiydi.
Avrupalı birey, içinde bulunduğu uygarlığın bu zaferinin keyfi ile adeta bir esrime içerisine girmişti. Ancak zafer ne derece gerçekti? Madalyonun öbür yüzünde; endüstri devrim
i ve sanayileşmeyle birlikte kentlerde giderek içiçe giren yeni toplumsal sınıflar, yeni üretim- tüketim ilişkileri, yeni beğeni ve davranış biçimleriyle giderek çarpıcı bir görünüm kazanan başka bir manzara vardı. Sefalet içerisindeki işçi mahalleleri ve burada yaşayan insanlar başka bir kent gerçeğidir. Kaldırımlarda şık giyimli bayanlarla, fakir insanlar karşı karşıya gelmektedir. Bu içiçelik, toplumsal sınıflaşmanın dramını tüm gerçekliğiyle su yüzeyine çıkarmaktadır.
Babası bir işçi olan Otto Dix, işte bu karşıtlıkların yaşandığı bir dönem ve coğrafyada, hem içinde bulunduğu uygarlığın bir parçası hem de yaşanan çarpıklık ve eşitsizliklerin derin bir gözlemcisi olarak yetişmiştir. Anne ve babasını tasvir eden 1921 tarihli bir resminde Dix, oldukça mütevazı giyimleri, emektar elleri ve ufka yönelmiş yorgun gözleriyle, bu iki yaşlı insanın kentin yükünü çeken sınıfa ait olduklarını açıkça vurgulamaktadır.
Otto Dix, 1905- 1909 yılları arasında bir süre bir dekoratörün yanında çırak olarak çalışmış ve sanat kariyerinin ilk adımlarını atmıştır. 1909 yılında Dresden'deki sanat okuluna kayıt olmuş ve buradaki eğitimini 1914 yılına kadar sürdürmüştür. Erken çalışmaları, izlenimci ve geç izlenimci bir tarzı benimsemiş olduğunu ortaya koymaktadır. Bu dönemde onu en çok etkileyen olay, Dresden'de 1913 yılında açılan Van Gogh sergisidir. Bu serginin ardından, genç Dix'in resimlerinde Van Gogh'un etkileri hissedilir. Alman rönesans ressamı Grünewald'ın Çarmıha Gerilme'sine açık çağrışımlar yapan 1912 tarihli Pieta'sında hissedilen dışavurumcu eğilimler, Van Gogh etkileriyle iyice belirginleşmiştir.
Bu dönemde ayrıca, hayatı boyunca değişmeyen bir konu olan oto- portrelerinin ilk örneklerini vermiştir. 1914 tarihli Asker Olarak Oto-portre, sanat anlayışına yeni bir yön verecek fütürist dünya görüşüne olan ilgisini yansıtır.
Tüm geçmişi; kültürü ve sanatıyla yok etmekten yana olan İtalyan fütüristleri, yeni dünyanın gerçeklerine uygun yeni bir sanatın peşinde koşuyor ve eski Yunan'ın Zafer Tanrıçası heykeli yerine, içinde bulundukları çağın otomobilini yüceltiyorlardı. Geçmişin yok edilmesi ve yeni bir düzenin kurulması için SAVAŞ zorunluydu. Dix, savaşa gönüllü olarak katılmıştır:
1920 tarihli Kibrit Satıcısı ve Prag Sokağı, kentin ve onu yaratan Avrupa uygarlığının tüm çarpıklıklarını etkileyici bir resim diliyle aktarır. Kaldırımlarda, şık giyimli bayanların etekleri dibinde savaşın sakat ve kör bıraktığı insanlar dilenmektedirler. Savaşın acı sonuçları, Dix'in resimlerinde keskin bir şekilde hicvedilmiştir. Bu dönem resimlerinde, savaşın baş aktörleri olan omzu kalabalıklar sıkça karşımıza çıkmaktadır.
Küçük boyutlu bir çalışma olan Elektrik (1919), kentin artık alışıldık parçalarından birisi olan elektrikli tramvayı tasvir etmektedir. Ancak, bu resimde tramvayın fütüristçe yüceltilmesi değil, derin bir eleştiriyle irdelenmesi söz konusudur. Tramvay sürücüsünün canavarlaşan görünümü, tramvayın mekanik etkisiyle bütünleşmiş, yolcular ise uygarlığın bu demir yığını ürünü içerisinde giderek silikleşmişlerdir.
Çoğu kolaj etkili olan bu resimlerin ardından 1920 yılından itibaren, kent insanını ve onların yaşamlarını konu edindiği resimlere yoğunlaşır. Uzak yerlerin anılarıyla denizciler, yorgun yüzleriyle fahiseler, zenci cazcılar, mesleki aletleriyle birlikte doktorlar, genelevler, barlar ve kimi zaman da Karındeşen Jack hikayesini çağrıştıran cinayetler, bu dönem resimlerinin ayrılmaz parçasıdır. 1921 tarihli Salon I, genelev kadınlarını konu edinen resimlerinden birisidir; 1922 tarihli Güzelliğe Saygı, cebinden Amerikan bayraklı bir mendil sarkan zenci davulcusuyla caz müzik çalınan barlardan birisini gösterir; 1921 tarihli Dr. Hans Koch adlı portre çalışması, bu dönemin en çarpıcı çalışmaları arasında yer alır. Bütün çalışma aletlerinin önünde, elinde enjektörü ile doktor Koch, biraz ürkütücü bir etki bırakmaktadır. Bu resim, aynı zamanda Dix'in yeni bir üslupsal yaklaşıma yöneldiğini ortaya koymaktadır. Çarpıcı bir gerçekçilikle (super- realism) beliren bu anlatım tarzı, Dix'in uzun yıllar boyunca benimsediği bir üslubu işaret eder. Çıplak Model ile Oto-portre (1923), bu üslubun bir diğer örneğidir.
1925-1927 yıllarında, iki dünya savaşı arası dönemin hareketli kültürel merkezlerinden birisi olan Berlin'de yaşayan Dix, sanatsal üretimine kaynaklık eden kent yaşamını, portreler ve kent yaşamından ilginç sahnelerle aktarmaya devam etmiştir.
1927-1928 yıllarına tarihlenen Metropolis isimli triptik, Dix'in başyapıtlarından birisidir ve iki savaş arası dönemin Berlin'ini tüm çıplaklığıyla yansıtır. Amerikan caz müziği eşliğinde dans eden şık bay ve bayanların bir tür hedonizme varan yaşantıları, resmin yan kanatlarındaki savaş gazilerinin trajik görünümüyle çarpıcı bir şekilde çelişmektedir.
Aynı sıralarda çok sayıda portre üretmeye devam etmiştir. Portre, sanatçının yaşamı boyunca vazgeçemediği bir konu olmuştur.
Bu konuda şunları söylemektedir:
Bu arada, Almanya'da Nazi rejimi güçlenmektedir. Naziler, iktidara gelmeleriyle birlikte öncü sanata karşı olan tutumlarıyla dikkat çekerler. Otto Dix'in savaş karşıtı resimleri ve tutumu Nazileri ne kadar rahatsız ediyorsa, Nazilerin savaş çığlıkları da Otto Dix'i o kadar rahatsız etmektedir. 1933 tarihli Yedi Ölüm İşareti, Hitler'e ve Nazi rejimine yönelik doğrudan bir eleştiridir. Rejimle bu karşıtlık, kısa bir süre sonra Otto Dix'in resimlerinin 'yoz sanat' olarak sınıflandırılmasına neden olur ve sanatçının resimlerini sergilemesi yasaklanır.
Sanatı üzerindeki bu baskı sonucunda Dix, 1935'de İsviçre'ye yerleşmek zorunda kalmıştır. Tüm gerilimi ve tezatlıklarıyla onu besleyen kent yaşamından uzakta geçen bu dönem, sanatçı için oldukça sıkıntılı olmuştur. Bu dönemden itibaren belirli aralıklarla figürsüz, panoramik manzaralar resmetmeye başlamıştır. Rönesansın Alman ustalarına ve özellikle de Altdorfer'e olan hayranlığını açığa vuran bu resimler, Dix'in sanatındaki değişimin habercisi gibidir.
Savaş sonrasında, çoğu dinsel içerikli olan ve leke değerlerinin ön plana çıktığı dışavurumcu bir üslupla dikkat çeken resimler üretmiştir. Bu resimler, eleştirel yanı belirgin derin bir simgesellik de taşımaktadırlar.
Geç izlenimcilikten fovizme, dışavurumculuktan fütürizm ve dadaya yüzyılın başındaki tüm sanatsal akımlardan, Alman Rönesans resminin ustalarından, yaşamını çevreleyen toplumsal koşullar ve olaylardan derin bir şekilde etkilenen Otto Dix, yaşamı boyunca kendine özgü bir sanatçı kimliği ortaya koymayı başarmış ve çok sayıda baş yapıt üretmiştir. Grosz ve Beckmann ile birlikte Alman 'yeni nesnelciliği'nin en önemli temsilcisi olan sanatçı, 1969 yılında hayata veda ettiğinde geride müzeleri ve özel koleksiyonları zenginleştiren çok sayıda eser bırakmıştır. Eserlerinin önemli bir kısmı da, Nazi rejimi sırasında yoz sanat olarak nitelendirilip imha edilmiştir.
Otto Dix, bir demiryolu işçisinin oğlu olarak 1891 yılında, Dresden yakınında dünyaya gelmiştir.
Bu cümle, biyografik nitelikli herhangi bir yazıda yer alması beklenen olağan bilgileri içermektedir. Ancak, bu basmakalıp cümle ve bu olağan bilgiler, tanıtılan kişi hakkında okuyucuya son derece önemli ipuçları sunar.
Örneğin; Otto Dix'in doğum tarihi ve yerinden yola çıkarak, onun hangi koşullar altında yetişmiş olduğunu tanımlayabiliriz. Fin de Siecle olarak adlandırılan 19.yüzyıl sonu ve 20.yüzyıl başları, Avrupa uygarlığının siyasi, ekonomik, kültürel, bilimsel ve teknolojik evriminin sonuçlarının netleşmeye başladığı bir dönemdi. Bu dönem, özellikle de kentlerde yaşanıyordu. Gökdelenler, sokak lambaları, tramvay, arabalar, sinema, vitrinlerinde sanayinin sunduğu yeni ürünler bulunan mağazalar ve şık bay ve bayanların dolaştığı kaldırımlarıyla Avrupa kenti, Avrupa uygarlığının yüzyıllar süren oluşum sürecinin zirvesiydi.
Avrupalı birey, içinde bulunduğu uygarlığın bu zaferinin keyfi ile adeta bir esrime içerisine girmişti. Ancak zafer ne derece gerçekti? Madalyonun öbür yüzünde; endüstri devrim
i ve sanayileşmeyle birlikte kentlerde giderek içiçe giren yeni toplumsal sınıflar, yeni üretim- tüketim ilişkileri, yeni beğeni ve davranış biçimleriyle giderek çarpıcı bir görünüm kazanan başka bir manzara vardı. Sefalet içerisindeki işçi mahalleleri ve burada yaşayan insanlar başka bir kent gerçeğidir. Kaldırımlarda şık giyimli bayanlarla, fakir insanlar karşı karşıya gelmektedir. Bu içiçelik, toplumsal sınıflaşmanın dramını tüm gerçekliğiyle su yüzeyine çıkarmaktadır.
Babası bir işçi olan Otto Dix, işte bu karşıtlıkların yaşandığı bir dönem ve coğrafyada, hem içinde bulunduğu uygarlığın bir parçası hem de yaşanan çarpıklık ve eşitsizliklerin derin bir gözlemcisi olarak yetişmiştir. Anne ve babasını tasvir eden 1921 tarihli bir resminde Dix, oldukça mütevazı giyimleri, emektar elleri ve ufka yönelmiş yorgun gözleriyle, bu iki yaşlı insanın kentin yükünü çeken sınıfa ait olduklarını açıkça vurgulamaktadır.
Otto Dix, 1905- 1909 yılları arasında bir süre bir dekoratörün yanında çırak olarak çalışmış ve sanat kariyerinin ilk adımlarını atmıştır. 1909 yılında Dresden'deki sanat okuluna kayıt olmuş ve buradaki eğitimini 1914 yılına kadar sürdürmüştür. Erken çalışmaları, izlenimci ve geç izlenimci bir tarzı benimsemiş olduğunu ortaya koymaktadır. Bu dönemde onu en çok etkileyen olay, Dresden'de 1913 yılında açılan Van Gogh sergisidir. Bu serginin ardından, genç Dix'in resimlerinde Van Gogh'un etkileri hissedilir. Alman rönesans ressamı Grünewald'ın Çarmıha Gerilme'sine açık çağrışımlar yapan 1912 tarihli Pieta'sında hissedilen dışavurumcu eğilimler, Van Gogh etkileriyle iyice belirginleşmiştir.
Bu dönemde ayrıca, hayatı boyunca değişmeyen bir konu olan oto- portrelerinin ilk örneklerini vermiştir. 1914 tarihli Asker Olarak Oto-portre, sanat anlayışına yeni bir yön verecek fütürist dünya görüşüne olan ilgisini yansıtır.
Tüm geçmişi; kültürü ve sanatıyla yok etmekten yana olan İtalyan fütüristleri, yeni dünyanın gerçeklerine uygun yeni bir sanatın peşinde koşuyor ve eski Yunan'ın Zafer Tanrıçası heykeli yerine, içinde bulundukları çağın otomobilini yüceltiyorlardı. Geçmişin yok edilmesi ve yeni bir düzenin kurulması için SAVAŞ zorunluydu. Dix, savaşa gönüllü olarak katılmıştır:
"Bir dönemin bitişini ve birçok sanatçının savaşın sonucunda umduğu, kentsoylu toplumun çöküşünü yaşamak istiyordu."1915 yılında, Savaş Tanrısı Mars olarak Oto- portre'yi resmeder. Üslup olarak da fütürizmin etkilerini yansıtan bu resmin yansıra, cephede, siperlerde yaşadıklarını, gördüklerini yansıtan çok sayıda dışavurumcu resim yapmıştır. Rus ve Fransız cephelerinde savaşan Otto Dix'in bu resimlerinde, savaşın dehşetinin giderek ağırlık kazanmaya başlaması, onun savaşın ilk yıllarında benimsediği fütürist yaklaşımdan uzaklaşmakta olduğunu açıkça ortaya koymaktadır:
"...savaşın sonunda sadece kötülük ve korkunçluğun başarıya ulaştığını anlayınca yücelmiş coşkusu yok oldu."Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı yıkım ve ölümler, Avrupa insanının özgüvenini derinden sarsmıştır. Fin de Siecle ortamında yetişen Dix de, kendisine bu dönemden miras kalan 'Avrupa uygarlığına bağlılık içgüdüsü'nü büyük ölçüde bir yana bırakmış ve dışavurumcu üslubunu eleştirel bir dile dönüştürdüğü resimler üretmeye başlamıştır. Savaştan hemen sonra gerçekleştirdiği ve çoğu 1919- 1920 tarihli bir grup çalışmasında; bu eleştirel dili, kesin bir deformasyonun hakim olduğu figür ve mekan sunumuyla harmanlandığı görülür. Kağıt Oynayanlar (1920), doğrudan savaşa ve savaşın baş kahramanlarına yöneltilmiş bir eleştiridir. Savaşın kendi üzerlerinde yarattığı deformasyona rağmen tehlikeli oyunlarını sürdürmektedirler.
[RİCHARD, Lionel; Ekspresyonizm Sanat Ansiklopedisi]
1920 tarihli Kibrit Satıcısı ve Prag Sokağı, kentin ve onu yaratan Avrupa uygarlığının tüm çarpıklıklarını etkileyici bir resim diliyle aktarır. Kaldırımlarda, şık giyimli bayanların etekleri dibinde savaşın sakat ve kör bıraktığı insanlar dilenmektedirler. Savaşın acı sonuçları, Dix'in resimlerinde keskin bir şekilde hicvedilmiştir. Bu dönem resimlerinde, savaşın baş aktörleri olan omzu kalabalıklar sıkça karşımıza çıkmaktadır.
Küçük boyutlu bir çalışma olan Elektrik (1919), kentin artık alışıldık parçalarından birisi olan elektrikli tramvayı tasvir etmektedir. Ancak, bu resimde tramvayın fütüristçe yüceltilmesi değil, derin bir eleştiriyle irdelenmesi söz konusudur. Tramvay sürücüsünün canavarlaşan görünümü, tramvayın mekanik etkisiyle bütünleşmiş, yolcular ise uygarlığın bu demir yığını ürünü içerisinde giderek silikleşmişlerdir.
Çoğu kolaj etkili olan bu resimlerin ardından 1920 yılından itibaren, kent insanını ve onların yaşamlarını konu edindiği resimlere yoğunlaşır. Uzak yerlerin anılarıyla denizciler, yorgun yüzleriyle fahiseler, zenci cazcılar, mesleki aletleriyle birlikte doktorlar, genelevler, barlar ve kimi zaman da Karındeşen Jack hikayesini çağrıştıran cinayetler, bu dönem resimlerinin ayrılmaz parçasıdır. 1921 tarihli Salon I, genelev kadınlarını konu edinen resimlerinden birisidir; 1922 tarihli Güzelliğe Saygı, cebinden Amerikan bayraklı bir mendil sarkan zenci davulcusuyla caz müzik çalınan barlardan birisini gösterir; 1921 tarihli Dr. Hans Koch adlı portre çalışması, bu dönemin en çarpıcı çalışmaları arasında yer alır. Bütün çalışma aletlerinin önünde, elinde enjektörü ile doktor Koch, biraz ürkütücü bir etki bırakmaktadır. Bu resim, aynı zamanda Dix'in yeni bir üslupsal yaklaşıma yöneldiğini ortaya koymaktadır. Çarpıcı bir gerçekçilikle (super- realism) beliren bu anlatım tarzı, Dix'in uzun yıllar boyunca benimsediği bir üslubu işaret eder. Çıplak Model ile Oto-portre (1923), bu üslubun bir diğer örneğidir.
1925-1927 yıllarında, iki dünya savaşı arası dönemin hareketli kültürel merkezlerinden birisi olan Berlin'de yaşayan Dix, sanatsal üretimine kaynaklık eden kent yaşamını, portreler ve kent yaşamından ilginç sahnelerle aktarmaya devam etmiştir.
1927-1928 yıllarına tarihlenen Metropolis isimli triptik, Dix'in başyapıtlarından birisidir ve iki savaş arası dönemin Berlin'ini tüm çıplaklığıyla yansıtır. Amerikan caz müziği eşliğinde dans eden şık bay ve bayanların bir tür hedonizme varan yaşantıları, resmin yan kanatlarındaki savaş gazilerinin trajik görünümüyle çarpıcı bir şekilde çelişmektedir.
Aynı sıralarda çok sayıda portre üretmeye devam etmiştir. Portre, sanatçının yaşamı boyunca vazgeçemediği bir konu olmuştur.
Bu konuda şunları söylemektedir:
"Ressam mümkünse portresini yaptığı kişiyi tanımamalıdır. Onu tanımak istemiyorum, sadece orada, dışında ne varsa onu görmek istiyorum. İçsel olan kendiliğinden gelecektir. İçsel olan, görünen tarafından yansıtılır... İlk izlenim doğru olandır... İlk izlenimi taze tutmalıyım. Eğer kaybedersem yeniden bulmak zorundayım."Otto Dix, bu dönemde zaman zaman savaş konulu resimlere de dönmüştür. 1927 tarihli Sokak Çatışması, Goya'nın 3 Mayıs 1808 adlı resmine doğrudan bir göndermedir. 1929-1932 tarihli Savaş bir triptiktir. Resmin orta ve yan kanatlarında; silahlar ve kimyasal gazların etkisiyle bir felaket alanına dönüşmüş yeryüzü kesitiyle karşılaşırız. Savaşın korkunç sonuçları tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilmiştir. Ancak Dix, bununla da yetinmemiş, orta bölümün altına eklediği predel kısmında savaşın yer altına yansıyan dramatik etkilerini deşifre etmiştir. Toprağın altında savaşın, bu anlamsız insanlık suçunun kurbanları cansız bir şekilde yatmaktadır.
Bu arada, Almanya'da Nazi rejimi güçlenmektedir. Naziler, iktidara gelmeleriyle birlikte öncü sanata karşı olan tutumlarıyla dikkat çekerler. Otto Dix'in savaş karşıtı resimleri ve tutumu Nazileri ne kadar rahatsız ediyorsa, Nazilerin savaş çığlıkları da Otto Dix'i o kadar rahatsız etmektedir. 1933 tarihli Yedi Ölüm İşareti, Hitler'e ve Nazi rejimine yönelik doğrudan bir eleştiridir. Rejimle bu karşıtlık, kısa bir süre sonra Otto Dix'in resimlerinin 'yoz sanat' olarak sınıflandırılmasına neden olur ve sanatçının resimlerini sergilemesi yasaklanır.
Sanatı üzerindeki bu baskı sonucunda Dix, 1935'de İsviçre'ye yerleşmek zorunda kalmıştır. Tüm gerilimi ve tezatlıklarıyla onu besleyen kent yaşamından uzakta geçen bu dönem, sanatçı için oldukça sıkıntılı olmuştur. Bu dönemden itibaren belirli aralıklarla figürsüz, panoramik manzaralar resmetmeye başlamıştır. Rönesansın Alman ustalarına ve özellikle de Altdorfer'e olan hayranlığını açığa vuran bu resimler, Dix'in sanatındaki değişimin habercisi gibidir.
Savaş sonrasında, çoğu dinsel içerikli olan ve leke değerlerinin ön plana çıktığı dışavurumcu bir üslupla dikkat çeken resimler üretmiştir. Bu resimler, eleştirel yanı belirgin derin bir simgesellik de taşımaktadırlar.
Geç izlenimcilikten fovizme, dışavurumculuktan fütürizm ve dadaya yüzyılın başındaki tüm sanatsal akımlardan, Alman Rönesans resminin ustalarından, yaşamını çevreleyen toplumsal koşullar ve olaylardan derin bir şekilde etkilenen Otto Dix, yaşamı boyunca kendine özgü bir sanatçı kimliği ortaya koymayı başarmış ve çok sayıda baş yapıt üretmiştir. Grosz ve Beckmann ile birlikte Alman 'yeni nesnelciliği'nin en önemli temsilcisi olan sanatçı, 1969 yılında hayata veda ettiğinde geride müzeleri ve özel koleksiyonları zenginleştiren çok sayıda eser bırakmıştır. Eserlerinin önemli bir kısmı da, Nazi rejimi sırasında yoz sanat olarak nitelendirilip imha edilmiştir.
- Alıntıdır/lebriz.com -
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder